Zeyil

Burada sevgili okuyucularıma elimizde bulunan kıymetli tebliğlerden birkaç tanesini daha bildireceğim. Bunlar, kitabımızın şekli itibariyle metin dışı kalmakla beraber bu kitabı iyice okumuş dostlarımız için, metindeki yerleri kolaylıkla tayin olunabilecek öğretici kıymetler taşımaktadırlar.

Bu mütemmim tebligatı gözden geçirirken bilhassa iki nokta okuyucularımın nazarında belirecektir. Bunlardan birisi, metinde geçen fikirlerle bu tebligatın noktası noktasına tevafuk halinde bulunuşudur. İkincisi ise, gene metinde geçen İlâhî yol hakkındaki mülâhazattan biriyle veya diğeriyle bu tebligatın mutabakatını araştırmakla okuyucuların ruhlarında bu hususlara dair husule gelecek yakınlığın artışıdır.

MUSTAFA MOLLA: (27/7/1948)

“Sual - Ruhu külli ve ruhu cüzi arasındaki münasebeti anlatır mısınız?

“M- Molla — Dağınık sünuhatınız anlaşılır olmaktan çok daha uzaktır. Evvelâ ikinizin anlaşabilmeniz, daha doğrusu kutuplaşma telakki edebileceğiniz merakâver halden kurtulup tefekküre ve sağlam his ve imana mütellik bazı şurlar ve duygulara vüsulünüz sağlanmalıdır.”

Bu ikazdan anlaşıldığına göre celseyi yapan ve bu suali tertip eden iki zat arasında birbirine zıt iki fikrin sistematik olarak teessüs etmiş olduğu ve her ikisinin de kendi noktai nazarında gelişi güzel ısrar ederek bir anlaşma zihniyetiyle hareket etmediği tebarüz ediyor. Devam ediyoruz:

“Bu böyle olduğu gibi:

“1 — İrfan sahamızdaki katilik günden güne çoğalacak ve size daha umumî ve âlemşümul hakayık izhar edilecektir.

“2 — Tetkik sahanızda bulundurduğunuz her nevi meselei ruhîye anlaşılabilecek çağa yaklaştırılmakta ve imkânlar çoğaltılmaktadır.

“3 — Âhar tebliğlere -kısmet oluncaya kadar- beklemekle daha iyi nüfuz edebileceksiniz . Şimdilik ikinizi de alâkadar eden bu basit ifşa ve imalar bu kadar...

“Allah ve iman bahsinde her zaman kani bulunmalısınız ki, insan İlâhî varlıktır. Fakat onun İlâhî tarafı ancak, Allah yolunda bulunmasından mütevellittir.

“Allah külli varlık değil, Allah ancak RAB dır. Allah ki Ona varlık adım dahi verirken madde ve suret hükümleriyle birleştirmek tehlikesi önünüzdedir.

“Binaenaleyh, şekle bürünmüş ve merahil kateylemekte bulunmuş bir varlık olan insan veya her şey İlâhî mesağ ve kavanini külliye çevresinde sabit ve öylece edebidir. Noksan veya noksansızlık, tecezzi, teferrüat ve tekemmül, uluhiyet vasfı mümeyyizi ile kabili telif olamaz. Allah insanı, künhünü ketmeylemek kasdi mahsusu ile halkeylemiş değil, sadece ona lâyık ve lâzım olan bir hayat safhası bahşetmiştir. Deri vardıkça insanın vüs 'ü artar. Fakat artan ve eksilen bir varlık insanın kendi hüviyeti ve karakteri icabıdır. Bu yönden Tanrının hiçbir şekilde zeval içinde veya madde evsafında tasavvur edilmesi imkânı yoktur. Allah'ı bu kadar da basit bir izanla olsun tahayyül ve tefekkür yolu ile düşünmek elinizde ve istidlal sahanızda bir keyfiyettir. Eğer Allah, bir an gelip insanla mülâki olacak olsaydı Onun şuurunda bir tezayüdün vaki olması icap ederdi. Şuuru Mutlak. Şuuru külli tabiri ile kabili idrak ise, bu ancak size göredir. Yoksa gerçek tabir bulmaya çalışılırsa Allah'a ancak Mutlak Şuur denebilir. Külli şuur binnisbe izafi ve daha beşeridir. Çünkü kül, cüz’ü ihtiva eyliyeceği gibi önde, sonra aynidir. Bu düşünce içine külden ayrılmış bir cüzü mefhumu girer. Bu cüzüler de tekessür içinde ve tekâmül merhaleleri devamınca birer hareket halinde bulunurlar. Halbuki bütün mevcudatın önü ve sonu ancak Halik'ın muradı dahilindedir. Ve bu da insanların tamamen sahai tefekkür ve tahayyülü dışında bir keyfiyettir.

“İnsan odur ki Allah'ı nefsinde duyar. Fakat bu, Allahi ile birleşme veya Ona seğirtme değildir. Allah yolundan uzak düşmüş olmak da imkân haricidir. Zira her varlık Allah'ın bir cüz’ü iradesini temsil ve teşmil eyler. Bu ise ancak bir murat demektir. Gayrisi iradenin külli veya cüzisini ifade ve ifham sadedinden hariçtir.”

Burada tebarüz ettirilmesinde fayda gördüğümüz bir nokta var: Bu suali soran zatın, insan iradesini cüz’î, Allah'ın muradını da Külli diye birbirine nisbetle derecelendirmeye mütemayil oldukları görülüyor. M. Molla evvelâ bu sualin cevabını o kadar açık olarak vermediği halde bunu müteakip gene aynı zevat tarafından sorulan başka bir suali cevaplandırırken sözü buraya getirerek bu hususta daha sarih fikirler veriyor:

“Sual — Allah'ı vücut kelimesi ile birleştirmek tehlikedir, buyurdunuz. Şu halde vahdaniyet vardır, vücut yoktur.

"M. Molla — Allah birdir. İlâhî vahdaniyet, beşeriyet veya kâinat veya sair mahlûkat ile kabili ifade ve tevem değildir. Zira Allah bizce kabili ihata bir varlık olmamaktan başka bizim sıamız ve nefsimiz içinde de herhangi bir tarzda makes teşkil eylemekten münezzehtir. Ona koşan, Onu arayan , seven, Ondan bir şeyler duyan biziz. Bunların hepsi kendi ifade ve kendi tefehhümlerimizden öteye varamaz. Allah Baki ve Ebedi ise bunun insan beka ve ebediyeti ile iştirak eden tarafı yoktur . Zira insan, muvakkat âlemler, merhaleler ve çeşitli safhalar geçirir. Bunlar beşerin mizacı keyfiyeti, yani kendi mahiyeti icabıdır, istediğinin peşinde yürür. Böylece putperestle Allahperestin burada herhangi bir suubetî seyre duçar olduğu hesaplanamaz. Zira ne varsa insandan insanadır. Allah fikri ise vicdanî ve gayri aklidir.

“Sual — Vahdaniyeti vücut nedir ?

“M. Molla — Vahdaniyeti İlâhiye... Bu, bir kere bizim zumumuz !..

Zira Allah'ın birliği ifadesi, ancak çokluğu ifadesiyle çevrelenir. Oysaki Tanrı bir rakam ifadesinden ötededir. İkincisi, Allah vahdaniyeti içre bir küldür, sözü diğer cüzlerin onunla hemifade bulunduğu kanaatini ve mantıkî neticesini ifyam eyler. Siz nasıl bir Allah düşünürseniz sizin ruh ve vicdanınız onun kailidir. Bu böyledir, diye Allah'a halel gelmediği gibi, inkâr etmenizle de Onun varlığı ortadan kalkmaz. Tasavvuratınız daha selim ve daha munis olmalı. Başka çare yoktur. Allah birse bunda ikilik, üçlük ve namütenahilik kastı vardır. Allah yoksa bundan varlığın mânasızlığı ve manasızlığın Allah'ı ifadeye çabaladığı duyulur. Bütün bunlar tezatlardır. Mahlûk varsa biz ondan biriyiz. Asıl endişe şudur ki, insan, insanlığından öteye çabalarken kendi ruhani bütünlüğü ve insani hasletleri payimal oluyor.

“Vücud bir sureti tasavvurdur. Halbuki Allah'a vücut vermek, Onu tahdit etmektir. Buna siz nasıl inanabilirsiniz ki, hükümran olmak üzere, kâinatın en ufak zerresine kadar hükmü ezelisi payidar olan bir Tanrı kendi vaziyenizden mütalâa oluna.”

SENÎHÎ:(31/7/1948)

“Sual — Ruhu mutlak ve ruhu külli hakkında bizi tenvir buyurmanızı istirham eyleriz. (Bu sual de gene vahdeti vücut nazariyesine mütemayil veya kail bir zat tarafından sorulmuştur).

“Senihi — Ruhu mutlak diye bir şey yoktur ve olamaz. Ruhu külli diye bir şey yoktur ve olamaz. Ruh birdir. O da insan v.s. ruhları... Bu ruhların pürdalalet bir dünya hengâmında hayra doğru koşmaları elzem bulunmuştur. Bu yüzden irade bahş olunmuştur. Allah en iyiyi, en çok yorulana ve en doğru isteyene veriyorsa biz de onu öylece almasını bilmeliyiz. Veren kendine değil, başkasına dönüyor, demektir. O nasıl olup hem verici, hem alıcıdır. Alıcı telakki edilmesi bir küfürdür. Vericidir, lûtfu rabbani hayrın eseridir. Hayrı tutan onun yolundadır.

“Fakat asla (ruh - Allah) bir münasebet teşkil edemez. Allah'ı düşünen ve ona tapan biziz. Biz kimlersek benliğimizi tasfiye ederek Allaha doğru koşmak sayindeyiz. Nasıl bir (kül) tasavvur edersiniz ki o, cüzlerden muarra bulunsun ?

“Allah bir vücud-u mürekkep değildir. Onun vahdaniyeti aklın saramayacağı bir mefhumu samadanidir. Bu yüzden Mutlak kelimesi tek başına, Allah'ın bir ismi diğeri sayılabilir. Onun yanında başka bir isim daha bulundurmayınız. Zira çoğalan kelime ferdi veya çoğu anlatır. Hak bunlardan münezzehtir.

“Sual — Allah'ın birçok isimleri vardır, değil mi ?

“Senihi — Allah'ın pek çok isimleri bulunabilir. Yeryüzünde Onsuz tasavvur yoktur. Zira şuurumuz dahi Allah'ın lütfudur. Bir eser, müessirine binlerce isim bulmakla Onun tarif ve tavzihe çabalar. Maddeleştirir. Form verir. Ayan beyan ortaya koymaya çalışır. Halbuki Allah Mevlânâ'nın ruhundaki perişaniden size atlayan kıvılcımlardan da (Bu sözler Mevlânâ'nın bu kitapta yazılı olan tebligatına aittir.) anlayacağınız gibi müebbeden insan ruhunun idealidir. Ona hiçbir ruh seviye ve maksadı erişemez. Ancak biliniz ki, Allah vardır. Vahdaniyeti, bizim üzerimizde müebbet bir cüzün nişanesidir. Yoksa vahdaniyet de, kesret de, bir de son da hakkın yolunda birer işaret olamaz.

“Allah bir ve ruh kaim ve daimidir. Bundan ötesini kimse bilmez.

Size hayırlı yol ve selâmet.”

SELİM: (6/9/1948)

“Siz o kanaatlerdesiniz ki, hâdiselerin isimleri değişince derhal şaşırıyor ve bilginizi, kendi mutat ihtilâfı idrakinizden dolayı kaybediyorsunuz. Biriniz Allah dersiniz, bir diğeri put, der. Biriniz Tanrı dersiniz, diğer biri Rab, der. Tabiat, der. Ağaç der. Fakat bilmelisiniz ki; vüsunuza ve size yumuşak gelecek şekle göre dersiniz. Cümlenin maksudu birdir, anladınız mı?”

MEVLANA CELÂLEDDİN RUMÎ:(6/9/1948)

“Biliniz ki hüsran ve hicranın müebbedi yoktur. İnsan için, dünya hayatı bir sürü vehim ve haşyet dolu olduğundan dolayıdır ki muvakkat kılındı. Eğer ruh, döndüğü âlemlerden bir nebze haberdar olabilme takdirine de vasıl olsaydı, işte o zaman acı bir kıyasın sahnesi içinde yaşardınız. Allah’ın bütün takdiri böylece incelenirse görülür ki bazı anlaşılmaz ve sorulmaz, diye geçiştirilen birçok hakayık haddizatında pek basit hükümlerle mahmuldür.

“Ey Ulu Yaradan: Bakışları derinliğinde, adeta dünyevî intibaatını kaybetmiş, fakat maverâi hülyaların perdelerini de kaldırmış olanlara ne mutlu! Ben hâlâ Senin Vechei Lâyezaline bir an dahi vakıf olamadım. Buna işte buna ve daima söylerim ve söyleyeceğim ki yalnız buna müebbet hicran, diyebilirsiniz. Fakat öyle bir müebbet hicran ki her an visalin kendisidir.”

SEMBOL: (29/9/1949)

“Sizi uluhiyetin yakınlarına isal eyliyecek tek yol ve tek hakikat onun şümulü dahilinde sizin vüs’unuz ve idrak ve ihatanız nisbetinde cereyan eden bir keyfiyeti ruhanidir. Allah’ı daima en ileride irfan ve izhan ile ihata değil fakat hisseylemeniz mümkündür. Öyleyse Sonsuz bir Varlığın, mukabil cehitleriniz nisbetinde duygunuza hulûl eyleyebileceğini kendiliğinizden kabul eylemiş bulunursunuz.

“Vahdaniyet bir sırrı lemyezeldir. Onun, şuuru zatınızda tecellisi ancak o şuurun ıttılâı pürsamadaniye vüculü ile kabili idrak olabileceğini böylece size son defa söylemekle haz duyarım.

“Öyle ise Allah’a vücul, idrakinizin ötesine açılan en büyük ıttıla kudretinizin, yani şuurunuzun üzerinde ısrar ve ikame ile kaabildir. Ahkâm ve hakayık ancak sizin bu idrakinizde olmayan fakat cehtinizin anahtarları ile fetih ve zapt edilebilen bir takım mükerrer ve müebbet merhalelerden gayrı bir şey değildir . Allah’a vusul hakayıkın feyiz ve ihatası yönünden bir nevi ruhî vüsatın sembolü demektir. Aksi takdirde, vâsıl olunacak muayyen bir yer (makar-mekân) mevcut değil iken nasıl olur da siz ulûhiyet herhangi bir merhalede bulabileceğinizi zan ve ümit eyleyebilirsiniz ! Zira Allah ne orada, ne burada, ne şurada fakat sizin bulunduğunuz her yerde ve her yerin fevkinde ve her zamanın içinde, dışında lâyemut, lâyezal bir varlıktır ki onun idrakini size ancak, içinde bulunacağınız merhalelerin imkânları kendi nisbetleri dahilinde verebilir.

“Aşkı İlâhiye gelince: O bir müebbed secdedir. Allah her bütünün beraberindedir. Size şimdilik, ruhani bir ihtiyat olmak üzere yani düşüncelerinizin, kısırlığa ve salâhiyetsizliğe mahkûm olmaması için bir dersi hakikat mealinde bunları söyledim. Demek ki şimdi biraz daha nurlandınız ise bu da bu anın ve bu merhalenin icabıdır. Tıpkı Kur'an’daki ayetlerin ahkâmı ebediyi de ihtiva eylemesi gibi sizde de rüşeymleri mevcut olan tebliğlerin bu mevzuda sonuncusu bu bahsimizin bir nevi sebebi hulûlüdür . Ona ittiba eylerseniz ufku rüyetiniz biraz daha artacaktır. Ancak, Allah bir öte Gayedir ki Ona vusul ümit ve didinmeleri sizi olduğunuz yer ve mesafelerden ötelere taşır .”

SEMBOL: (9/10/1948)

“Allah ismi sembolik bir mefhumdur. Allah’ın öyle, tasavvura, tahayyüle, aşka veya ruhî bütünlüğe sığmasına asla imkân tasavvur olunamaz. Bir şey ki tamamiyeti sahai rüyete sığmaz o şey elbette sonsuzdur. Sonsuzun baş şartı sizden esirgenmiş olan değil, sizin ondan alacağınız mahdut nasibeler mevcut oluşu demektir. Şu hale itibaen Allah’ı, ancak mefhum halinde idraki vüs’unuza , birtakım teşevvüşata meydan bırakmadan sığdırmanız gayri kabildir. Öyleyse hissedilen, ileridir. Vuzuh yoksa bu bir nevi uzak ışığın bizdeki derece-i rüyet ve inikâsı demek olur. Eğer biz o Menbaa uzak veya yakın bulunabilseydik Onun rüyetimizde husule getireceği inkişaf daha başka türlü feyizlere yol açardı. Bu cihetten hissi şöylece anlatmaya mesağ vardır: His, idrakin hali tefevvukunda bir başka idrakin yürüdüğünü haber veren bir fecri ruhanidir. Ama düşününüz ki bu fecir o tulûun ihbarı mahiyetinde olup ondan gene bir şeyler temsil eylemektedir.

“Hislerinizi ilâhileştiriniz, dersek bu, kati bir bilgisizlikten kurtuluş olur, şimdi birçok düşünüş yolları, duyguların merkezlerini, vasıtalarını birtakım indî mütalâata sevk ve raptetmekle kendilerini kendi kararlarıyla hapseylemiş oluyorlar. Halbuki hisler mügalâtadan ötedir. Ve ne gariptir ki hisler akıl vüs’undan çok ileri temaşaların bir nevi iradi meleke mahsulü olmaktan çıkan ileri imkânlar ve savletler habercisidir.

“İşte (hissi) böyle anlamanız şartıyla büyük bazı mefhumu ruhani içinde gömülü muammaları ancak size onun vasıtasıyla yaklaştırmak mümkün olur.”

SON